12 Kasım 2021 Cuma

Aydın olmanın gereği nedir?

Değerli dostlar, 

“Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev hayattır.” denir ve görev önde gelir. Görev, önemi bilinçli bir şekilde kavranarak, isteyerek ve içtenlikle üstlenilmek suretiyle yapılan ya da yerine getirilen bir iştir. 

Görev bilinci, kıymetli zamanını özenle kullanmaktır. Vazife şuuru ve sorumluluktur. Kişinin kendi kendine de verebileceği yükümlülüktür. 

Görev duygusu ile sorumluluk duygusu birbirlerinden ayrılmazlar. Görev bilinci, aydınlığa çıkış için gerekli ve önemli bir erdemdir. Bu bilince sahip olmak, bireyin basamak basamak kişilik gelişimiyle doğrudan ilişkilidir. Ancak kişilik gelişimini tamamlayabilen ve kendini gerçekleştiren bir birey bu sorumluluğu alabilir. Sorumluluk alan kişilerde, görev duygusu gelişmiştir. 

Görev, düşünceden aksiyona geçmektir. Sürekli söylenmek, aile konseylerinde doğruları bildiğini iddia etmek değil; çözüm için harekete geçmektir. Bilenin sorumluluğu daha fazladır. Zira artık yola koyulmalıdır ve bunun için şimdiden başka bir zaman dilimi yoktur.

Görev bilinci, ölçülü biçimde faaliyete geçmeyi temsil eder. Beyhude yaşayan kitleler olarak da tasvir edilen “avam”ın görev bilinci oluşmamıştır. Görev bilinci, bireyi sadece kendi ve kendi kan bağından oluşan dar dogmatik çevresi için yaşamaktan alır ve ona tüm canlılar için, insanoğlu için de bir yaşam misyonu verir; tümün tekamülü için gelişim yoluna koyulur.

Görevimiz, kendimize yüklediğimiz misyondur ve hayatımız boyunca çalışmalarımızda sorumluluklarımız ve görev duygumuz bizi bir gölge gibi takip edecektir. Amaç, öncü ve örnek insan olabilmek taş üstüne taş koyabilmek ve yaratmaktır. Tüm canlılar için olduğu gibi insanlar için de yaşam bir tekamüldür, bir gelişim sürecidir. İnsan, tekamül etmekle görevlidir. Gelişime doğru yapılması gereken her şey insanlığın görev bilincidir.

İnsanın görevi yaşamı yüceltmektir. Sahip olduğumuz kısıtlı zamanı değerlendirirken, hayatlarımızın mimarları olmamız amaçlanmaktadır. Ardımızdan ismimizin kuşaklar boyu yankılanması bu anlama gelmektedir. Kendi kendisine yüklediği görevleri yerine getirmiş olanlar gönülleri sevinç ve sevgi ile dolarak, hem kendi yaşamlarını hem de insanlığı onurlandırırlar.

Görev, insanımsı olmaktan çıkıp, insan olmaktır. Kendini gerçek anlamda bilmek, daha uygar, çağdaş bilim ve bilginin ışığında, tekamül yolunda ilerlemektir. İnsanoğluna yaşamı yüceltmek için gayret gösterme görevi verilmiştir. O, ruhunu arındırıp, özgürleşecek ve tekamül edecektir.

Değerli dostlar, 

Aydınlanma yolunda olanlar, en azından karşıtları kadar cesur olmalıdırlar. Bir öncü olan aydının en önde gelen Erdemlerinden biri de cesur olmasıdır. Kör inanç, cehalet ve adaletsizlik gibi kavramlarla bu sayede mücadele edebilecektir. 

Aydın insan amacını fark eder, kendi görevini yine kendi saptar. Toplum içindeki yerini görür, ne yapabileceğine karar verir ve bunlar için ilk önce düşünür ve sonra yola koyulur.

Nietzsche bir eserinde şöyle der; “Her zaman uzağa, daha uzağa uçan bu cesur kuşlar elbet ki bir an gelecek, daha ileri gidemeyecekler. Bir seren direğine veya bir kısır resif kayalığına dönüp kalacaklar.

Ama kim çıkıp ta artık onların önlerinde sonsuz ve serbest bir yol kalmadığını söyleyebilir?”

Bir aydın, öncü olmalıdır. O, bir mücadele adamıdır. Onun önderliği, aklını her şeyde ışık olarak kullanılmasına dayanır. Vicdanının sesini dinlerken ölçüp, biçip tartar, kör duyguların seline kapılmaz ve gönlünü aklı ile uzlaştırmayı bilir. O, insan gibi insan olabilmek için düşünüp, fikir üretmenin insanoğlunun görevi olduğunun bilincindedir. O, birey olabilmiştir. Kaderci değildir. O, kaderini kendi iradesiyle daha mükemmel hale getirmeye çalışır ve yaratır.

Sokrates bu konu ile ilgili şöyle der;  “Aydın, daha akılcı, daha insancıl ve herkes için daha iyi bir toplum düzenine ulaşılabilmesi için bu hedefin önündeki engellerin aşılması yolunda yapılması gerekenleri saptayan, bunları inceleyen, onların savaşını veren ve yaşamını büyük ölçüde buna göre uyumlaştıran kişidir.” 

Kendimizi geliştirmenin ilk şartı kendini bilmektir. Sokrates’e göre insanın kendini bilmesi, erdeme bağlanması, ona sahip olması ve erdemle eylem halinde olması demektir. Ona göre kendini bilmenin üç aşaması vardır. 

Birinci aşama; kendi bilgisizliğini keşfedip, bunu itiraf etmektir. 

İkinci aşama; bilimdir. Kendini bilmek belli bir bilimin konusu değil, bilimin kendisidir. Bilgi olmazsa doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, hayrı şerden, hakkı batıldan, yücelmeyi gerilikten nasıl ayırt eder, gerçeğe ve hakikate nasıl yönelebiliriz. 

Üçüncü aşama; ise düşünmektir. Bu özelliği sayesinde insan, sonsuz kainatı ve yüce bir yaradanı düşüncelerine sığdırabilmiş tek canlıdır.

“Başkasının bilgisiyle bilgin olabilsek de, ancak kendi bilgeliğimizle bilge olabiliriz.” der Montaigne.

Değerli dostlar, 

Aydınlanma yolunda olan insan önce kendisi, sonra çevresi, daha sonra da toplum gelişecek, değişecektir. Bu yolda, beyaz kadar siyahın da olduğunu bilecektir. Onlar da iyi ve kötünün bitmeyen savaşında olduğu gibi bu oyunun parçasıdırlar. Zıtlıklar zaten insanın kendini tanıyabilmesi için vardır. Gölgesiz güneş olmayacağı gibi karanlıksız da aydınlık olmaz. Mutlak aydınlıkta karanlığı, mutlak karanlıkta ise aydınlığı fark edemeyiz. Zıtlıklarımızla barışıp, kendi içimizdeki kutuplaşmaları dengelememiz gerekmektedir.

Gölgelerimizle yüzleşmek zordur, bireyin kendisini tanıması ancak kendi gölgesini de varsayıp onunla yüzleşmesi ile olur. Gölgelerimiz bizim kusurlarımız, zayıflıklarımız, bağımlılıklarımızdır.  Kendi gölgeleri ile yüzleşen insan ışık saçmanın yolunu bulacaktır. Bu da Edith Wharton’un dediği gibi “ya bir mum olacak, ya da onu yansıtan ayna olacaktır.” yani kendi olacak, kendini bilecek ve özgür olacaktır.
İyi ile kötünün savaşı dinamik bir denge oluşturarak sürekli olarak devam edecektir. Görevimiz; insan zekası ve hür düşünceyi kısıtlayan taassup ve dogma ile savaşmaktır. Bu ancak özgür düşünce ile olacaktır.

Aydın insan, aydınlanmayı ailesi, ülkesi ve tüm insanlık yararına eyleme dönüştürmek için çaba sarf eder. Görev bilinci, kıymetli zamanını özenle kullanmasını sağlar ve faaliyete geçmeyi temsil eder. O, Prometeus’un insanlara hediye ettiği ateşin sönmemesi, olabildiğince çok insanı aydınlatması için gayret göstermektir. Aydın kaostan dolayı yakınıp, mücadelenin faydasız olacağını düşünmez. Vazifeleri bütün bu badirelere rağmen, bunlarla savaşmaktan asla kaçınmamaktır.
 
Değerli dostlar, 

Baskılara boyun eğmeden ve korkmadan aydın düşünceyi egemen kılmak için mücadele edeceğiz. Taassuba, bağnazlığa, boş inançlara karşı koyarak alçak gönüllü, hoş görülü ve adil olarak, inanç ve şefkatle, ümidimizi kaybetmeden  devam etmeliyiz.

Felsefe yolda olmaktır denir; aydınlanma yolunda olan düşünen, bilgi peşinde koşan, okuyan, sorgulayan, farkında olan aydın insana düşen görev ise çevrelerine ışık saçmaktır. Bu sözü felsefenin kuramsal veya bilimsel olmayan, fakat ayakları yere basan, pragmatik, güzel bir tanımını kullanarak açmak istiyorum: “Felsefe, daha fazla kitap okumak değildir, yaşamı okumaktır; sadece öğrenmek değildir, öğrendiklerine göre yaşamaktır; dalgaların gücüyle sürüklenmek değildir, yaşamın fırtınasına hâkim olmaktır!”

İnsanın kendini gerçekleştirebilme mücadelesini yaşamasının ne denli önemli olduğunu her zaman düşünürüm. Ancak kendimi gerçekleştirirken Abraham MASLOW’un ihtiyaçlar hiyerarşisi hep aklıma gelir. Kendini bilmede, mücadelenin esas olması gerektiğine inanırım. Fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyaçları, sevgi ve ait olma ihtiyacı ve saygınlık (değer yaratma) ihtiyaçlarını karşılayabilen bir insan ancak kendini gerçekleştirebilir. Bunlardan biri eksik olursa kendini bilmez sadece başkasının hayatını yaşamaya çalışarak suyun akışında boğulur.

Aydınlanma yolunda olan bir bireyin sahip olduğu en önemli olgulardan biri de yaşamdaki görev bilincidir. Bir aydın, sadece kendi içine kapanıp, kendini düzeltmekle yetinmeyen; çevresi ve toplumu için de mücadele eden korkusuz bir görev adamıdır.

Bir aydın ülkemizde son zamanlarda yaşadığımız artan taassubun egemenliği karşısında, birer şövalye gibi üstlerine düşeni yapma bilincine sahiptir. Bilindiği gibi o, en zifiri karanlıktan sonra gün doğumu yaşanmaktadır. Deniz yine dalgalanacak ve yine durulacaktır.

Ve Nazım hikmet son sözü söyler: “Ben yanmazsam, sen yanmazsan, biz yanmazsak... Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa!”
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder