3 Temmuz 2023 Pazartesi

Dünyadaki en meşhur 5 teorik yasa!

 Dünyadaki en meşhur 5 teorik yasa!

1. MURPHY YASASI

Murphy Kanunları'na göre bir şeyin olmasından ne kadar korkarsanız o şeyin gerçekleşme ihtimali o kadar artar. Murphy Kanunları temel olarak şu söze dayanır "Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa; kesinlikle bu olasılık gerçekleşir."

2. KİDLİN YASASI

Kidlin Yasası' na göre bir problemi bir yere açık ve net bir şekilde yazarsan, meselenin yarısı çözülmüş olur.

3. GİLBERT YASASI

Gilbert Yasası'na göre bir işe girdiğinde istenen sonuçları sağlamak için en iyi yolları bulmak her zaman senin sorumluluğundadır.

4. WİLSON YASASI

Wilson Yasası'na göre "Bilgi ve zekayı her zaman ön planda tutarsan para gelmeye devam eder."

5. FOLKAND YASASI

Folkand Yasası'na göre "Eğer bir konuda karar vermek zorunda değilsen o zaman karar verme."

11 Aralık 2022 Pazar

Radyo Başkent Radyo Dergisi Programı

11.12.2022 11:00'da 91.6 Radyo Başkent'te Sn. Emrah YAVUZ'un hazırlayıp sunduğu Radyo Dergisi Programına Konuk oldum. 




12 Kasım 2021 Cuma

Aydın olmanın gereği nedir?

Değerli dostlar, 

“Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev hayattır.” denir ve görev önde gelir. Görev, önemi bilinçli bir şekilde kavranarak, isteyerek ve içtenlikle üstlenilmek suretiyle yapılan ya da yerine getirilen bir iştir. 

Görev bilinci, kıymetli zamanını özenle kullanmaktır. Vazife şuuru ve sorumluluktur. Kişinin kendi kendine de verebileceği yükümlülüktür. 

Görev duygusu ile sorumluluk duygusu birbirlerinden ayrılmazlar. Görev bilinci, aydınlığa çıkış için gerekli ve önemli bir erdemdir. Bu bilince sahip olmak, bireyin basamak basamak kişilik gelişimiyle doğrudan ilişkilidir. Ancak kişilik gelişimini tamamlayabilen ve kendini gerçekleştiren bir birey bu sorumluluğu alabilir. Sorumluluk alan kişilerde, görev duygusu gelişmiştir. 

Görev, düşünceden aksiyona geçmektir. Sürekli söylenmek, aile konseylerinde doğruları bildiğini iddia etmek değil; çözüm için harekete geçmektir. Bilenin sorumluluğu daha fazladır. Zira artık yola koyulmalıdır ve bunun için şimdiden başka bir zaman dilimi yoktur.

Görev bilinci, ölçülü biçimde faaliyete geçmeyi temsil eder. Beyhude yaşayan kitleler olarak da tasvir edilen “avam”ın görev bilinci oluşmamıştır. Görev bilinci, bireyi sadece kendi ve kendi kan bağından oluşan dar dogmatik çevresi için yaşamaktan alır ve ona tüm canlılar için, insanoğlu için de bir yaşam misyonu verir; tümün tekamülü için gelişim yoluna koyulur.

Görevimiz, kendimize yüklediğimiz misyondur ve hayatımız boyunca çalışmalarımızda sorumluluklarımız ve görev duygumuz bizi bir gölge gibi takip edecektir. Amaç, öncü ve örnek insan olabilmek taş üstüne taş koyabilmek ve yaratmaktır. Tüm canlılar için olduğu gibi insanlar için de yaşam bir tekamüldür, bir gelişim sürecidir. İnsan, tekamül etmekle görevlidir. Gelişime doğru yapılması gereken her şey insanlığın görev bilincidir.

İnsanın görevi yaşamı yüceltmektir. Sahip olduğumuz kısıtlı zamanı değerlendirirken, hayatlarımızın mimarları olmamız amaçlanmaktadır. Ardımızdan ismimizin kuşaklar boyu yankılanması bu anlama gelmektedir. Kendi kendisine yüklediği görevleri yerine getirmiş olanlar gönülleri sevinç ve sevgi ile dolarak, hem kendi yaşamlarını hem de insanlığı onurlandırırlar.

Görev, insanımsı olmaktan çıkıp, insan olmaktır. Kendini gerçek anlamda bilmek, daha uygar, çağdaş bilim ve bilginin ışığında, tekamül yolunda ilerlemektir. İnsanoğluna yaşamı yüceltmek için gayret gösterme görevi verilmiştir. O, ruhunu arındırıp, özgürleşecek ve tekamül edecektir.

Değerli dostlar, 

Aydınlanma yolunda olanlar, en azından karşıtları kadar cesur olmalıdırlar. Bir öncü olan aydının en önde gelen Erdemlerinden biri de cesur olmasıdır. Kör inanç, cehalet ve adaletsizlik gibi kavramlarla bu sayede mücadele edebilecektir. 

Aydın insan amacını fark eder, kendi görevini yine kendi saptar. Toplum içindeki yerini görür, ne yapabileceğine karar verir ve bunlar için ilk önce düşünür ve sonra yola koyulur.

Nietzsche bir eserinde şöyle der; “Her zaman uzağa, daha uzağa uçan bu cesur kuşlar elbet ki bir an gelecek, daha ileri gidemeyecekler. Bir seren direğine veya bir kısır resif kayalığına dönüp kalacaklar.

Ama kim çıkıp ta artık onların önlerinde sonsuz ve serbest bir yol kalmadığını söyleyebilir?”

Bir aydın, öncü olmalıdır. O, bir mücadele adamıdır. Onun önderliği, aklını her şeyde ışık olarak kullanılmasına dayanır. Vicdanının sesini dinlerken ölçüp, biçip tartar, kör duyguların seline kapılmaz ve gönlünü aklı ile uzlaştırmayı bilir. O, insan gibi insan olabilmek için düşünüp, fikir üretmenin insanoğlunun görevi olduğunun bilincindedir. O, birey olabilmiştir. Kaderci değildir. O, kaderini kendi iradesiyle daha mükemmel hale getirmeye çalışır ve yaratır.

Sokrates bu konu ile ilgili şöyle der;  “Aydın, daha akılcı, daha insancıl ve herkes için daha iyi bir toplum düzenine ulaşılabilmesi için bu hedefin önündeki engellerin aşılması yolunda yapılması gerekenleri saptayan, bunları inceleyen, onların savaşını veren ve yaşamını büyük ölçüde buna göre uyumlaştıran kişidir.” 

Kendimizi geliştirmenin ilk şartı kendini bilmektir. Sokrates’e göre insanın kendini bilmesi, erdeme bağlanması, ona sahip olması ve erdemle eylem halinde olması demektir. Ona göre kendini bilmenin üç aşaması vardır. 

Birinci aşama; kendi bilgisizliğini keşfedip, bunu itiraf etmektir. 

İkinci aşama; bilimdir. Kendini bilmek belli bir bilimin konusu değil, bilimin kendisidir. Bilgi olmazsa doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, hayrı şerden, hakkı batıldan, yücelmeyi gerilikten nasıl ayırt eder, gerçeğe ve hakikate nasıl yönelebiliriz. 

Üçüncü aşama; ise düşünmektir. Bu özelliği sayesinde insan, sonsuz kainatı ve yüce bir yaradanı düşüncelerine sığdırabilmiş tek canlıdır.

“Başkasının bilgisiyle bilgin olabilsek de, ancak kendi bilgeliğimizle bilge olabiliriz.” der Montaigne.

Değerli dostlar, 

Aydınlanma yolunda olan insan önce kendisi, sonra çevresi, daha sonra da toplum gelişecek, değişecektir. Bu yolda, beyaz kadar siyahın da olduğunu bilecektir. Onlar da iyi ve kötünün bitmeyen savaşında olduğu gibi bu oyunun parçasıdırlar. Zıtlıklar zaten insanın kendini tanıyabilmesi için vardır. Gölgesiz güneş olmayacağı gibi karanlıksız da aydınlık olmaz. Mutlak aydınlıkta karanlığı, mutlak karanlıkta ise aydınlığı fark edemeyiz. Zıtlıklarımızla barışıp, kendi içimizdeki kutuplaşmaları dengelememiz gerekmektedir.

Gölgelerimizle yüzleşmek zordur, bireyin kendisini tanıması ancak kendi gölgesini de varsayıp onunla yüzleşmesi ile olur. Gölgelerimiz bizim kusurlarımız, zayıflıklarımız, bağımlılıklarımızdır.  Kendi gölgeleri ile yüzleşen insan ışık saçmanın yolunu bulacaktır. Bu da Edith Wharton’un dediği gibi “ya bir mum olacak, ya da onu yansıtan ayna olacaktır.” yani kendi olacak, kendini bilecek ve özgür olacaktır.
İyi ile kötünün savaşı dinamik bir denge oluşturarak sürekli olarak devam edecektir. Görevimiz; insan zekası ve hür düşünceyi kısıtlayan taassup ve dogma ile savaşmaktır. Bu ancak özgür düşünce ile olacaktır.

Aydın insan, aydınlanmayı ailesi, ülkesi ve tüm insanlık yararına eyleme dönüştürmek için çaba sarf eder. Görev bilinci, kıymetli zamanını özenle kullanmasını sağlar ve faaliyete geçmeyi temsil eder. O, Prometeus’un insanlara hediye ettiği ateşin sönmemesi, olabildiğince çok insanı aydınlatması için gayret göstermektir. Aydın kaostan dolayı yakınıp, mücadelenin faydasız olacağını düşünmez. Vazifeleri bütün bu badirelere rağmen, bunlarla savaşmaktan asla kaçınmamaktır.
 
Değerli dostlar, 

Baskılara boyun eğmeden ve korkmadan aydın düşünceyi egemen kılmak için mücadele edeceğiz. Taassuba, bağnazlığa, boş inançlara karşı koyarak alçak gönüllü, hoş görülü ve adil olarak, inanç ve şefkatle, ümidimizi kaybetmeden  devam etmeliyiz.

Felsefe yolda olmaktır denir; aydınlanma yolunda olan düşünen, bilgi peşinde koşan, okuyan, sorgulayan, farkında olan aydın insana düşen görev ise çevrelerine ışık saçmaktır. Bu sözü felsefenin kuramsal veya bilimsel olmayan, fakat ayakları yere basan, pragmatik, güzel bir tanımını kullanarak açmak istiyorum: “Felsefe, daha fazla kitap okumak değildir, yaşamı okumaktır; sadece öğrenmek değildir, öğrendiklerine göre yaşamaktır; dalgaların gücüyle sürüklenmek değildir, yaşamın fırtınasına hâkim olmaktır!”

İnsanın kendini gerçekleştirebilme mücadelesini yaşamasının ne denli önemli olduğunu her zaman düşünürüm. Ancak kendimi gerçekleştirirken Abraham MASLOW’un ihtiyaçlar hiyerarşisi hep aklıma gelir. Kendini bilmede, mücadelenin esas olması gerektiğine inanırım. Fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyaçları, sevgi ve ait olma ihtiyacı ve saygınlık (değer yaratma) ihtiyaçlarını karşılayabilen bir insan ancak kendini gerçekleştirebilir. Bunlardan biri eksik olursa kendini bilmez sadece başkasının hayatını yaşamaya çalışarak suyun akışında boğulur.

Aydınlanma yolunda olan bir bireyin sahip olduğu en önemli olgulardan biri de yaşamdaki görev bilincidir. Bir aydın, sadece kendi içine kapanıp, kendini düzeltmekle yetinmeyen; çevresi ve toplumu için de mücadele eden korkusuz bir görev adamıdır.

Bir aydın ülkemizde son zamanlarda yaşadığımız artan taassubun egemenliği karşısında, birer şövalye gibi üstlerine düşeni yapma bilincine sahiptir. Bilindiği gibi o, en zifiri karanlıktan sonra gün doğumu yaşanmaktadır. Deniz yine dalgalanacak ve yine durulacaktır.

Ve Nazım hikmet son sözü söyler: “Ben yanmazsam, sen yanmazsan, biz yanmazsak... Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa!”
 

25 Haziran 2021 Cuma

25.06.2021 Cuma 13:30 Yaşama Dair Güncel Programı

91,6 Radyo Başkent 'te Sn. Emrah YAVUZ'un hazırlayıp sunduğu


Yaşama Dair Güncel programına konuk oldum... 

Dinleyemeyen, dinlemek isteyenler için.

Kurum temsiliyetim olmadığı için uzun süredir radyo programına konuk olmak istemiyordum. Ama hem Radyo Başkent'i hemde Adana'yı radyo programında konuşmayı özlemişim... 

Dinlemeniz dileğiyle!...

8 Mart 2021 Pazartesi

 

THOMAS MORE

Derleyen: Hasan Emir Kavi

Çiğnenip geçilir kralların çizdiği bütün sınırlar, krallar ölür, ütopyalar değil.

KISA BİYOGRAFİ

7 Şubat 1478'de İngiltere’nin Londra şehrindeki Milk Street'te doğan Thomas More’un babası dönemin önemli bir yargıcı olan Sir John More'dur. Ailesi sonradan aristokratlık kazanan, burjuva kökenli bir aileydi. Altı çocuğun ikincisiydi. Londra'nın en iyi okullarından biri olarak kabul edilen St.Anthony's School'da eğitim gördü. 1490'dan 1492'ye kadar More, Canterbury Başpiskoposu ve İngiltere Şansölyesi John Morton'a bir evinde hem eğitim gördü hemde hizmet etti. More'un büyük bir potansiyele sahip olduğuna inanan Morton, onu Oxford Üniversitesi'ne aday gösterdi. More 1492'de Oxford'da eğitimine başladı ve klasik bir eğitim aldı. Thomas Linacre ve William Grocyn'in yanında çalışarak hem Latince hem de Yunanca'da öğrendi. More, sadece iki yıl sonra babasının ısrarı üzerine Londra'daki Chancery Hanlarından biri olan New Inn'de hukuk eğitimine başlamak için Oxford'dan ayrıldı. 1496'da More, Lincoln's Inn'de öğrenci oldu.

Arkadaşı, teolog Desiderius Erasmus, Rotterdam'a göre, More bir keresinde, bir keşiş olmak için hukuk kariyerini terk etmeyi ciddi bir şekilde düşünmüştü. 1503-1504 yılları arasında, Londra dışında Carthusian manastırının yakınında yaşadı ve keşişlerin ruhani egzersizlerine katıldı. More, 1505'te Jane Colt ile evlendi. Jane 1511'de ölmeden önce çiftin dört çocuğu vardı: Margaret, Elizabeth, Cicely ve John. Otuz gün içinde "arkadaş tavsiyesine ve genel geleneğe karşı" hareket eden More, arkadaş çevresi içinden evinin başına geçmesi ve küçük çocuklarına bakması için dul bir kadın olan Alice Middleton'ı ile evlendi.

1504'te Parlamento seçimleri için aday oldu ve Great Yarmouth'u temsil etmek üzere Parlamento'ya seçildi. More, 1510’da dürüst ve etkili bir kamu görevlisi olarak ün kazandığı önemli bir sorumluluk olan Londra'yı temsil etmeye başladı.1514'te, Kralın Özel Danışmanı, 1521'de Hazine müsteşarlığı yaptı. Kral VIII.Henry'nin sekreteri ve kişisel danışmanı olarak More, giderek daha etkili hale geldi: yabancı diplomatları karşıladı, resmi belgeleri hazırladı ve Kral ile Lord Şansölye Wolsey arasında bir irtibat görevi gördü. Daha sonra Oxford ve Cambridge Üniversiteleri için Yüksek Komiser olarak görev yaptı. 1523'te More, Middlesex için Shire Şövalyesi (MP) seçildi. 1525'te More, Kuzey İngiltere'nin büyük bir bölümünde yürütme ve yargı sorumluluklarıyla birlikte Chancellor of the Duchy of Lancaster (Lancaster Dükalığı Şansölyesi) oldu.

More'un Kral VIII. Henry'nin İngiliz Kilisesi'nin başına geçme niyetine ilke olarak karşı çıkması, kendi siyasi kariyerinin sonunu hazırlayıp hain olarak 6 Temmuz 1535’te (57 yaşında) idam edilmesine sebep oldu. Ölümünden 400 yıl sonra, 1935'te Papa XI. Pius tarafından da "aziz" ilan edildi.

 

ESERLERİ

KRAL III.RICHARD'IN TARİHİ; 1512 ile 1519 arasında More, hiç bitirmediği ancak ölümünden sonra yayınlanan Kral III.Richard'ın Tarihi üzerinde çalıştı. Tarih bir Rönesans biyografisidir, edebi becerisi ve tarihsel doğruluğundan çok klasik kurallara bağlılığı ile dikkat çekicidir. Kral III.Richard'ın Tarihi, hem İngilizce hem de Latince olarak yazılmış ve yayınlanmıştır, her biri ayrı ayrı yazılmış ve Avrupalı ​​okuyucu kitlesine uyması için Latince baskısından silinmiş bilgilerle birlikte. William Shakespeare'in III.Richard oyununu büyük ölçüde etkiledi.

ÜTOPYA; More'un en bilinen ve tartışmalı eseri olan Utopia, Latince yazılmış bir çerçeve anlatıdır. 1551'de İngilizceye çevrildi ve ana topraklarında yayınlandı ve 1684 çevirisi en çok alıntı yapılan çeviri oldu.  Ütopya, Avrupa devletlerinin çekişmeli sosyal yaşamını, Ütopya ve çevresinin mükemmel düzenli, makul sosyal düzenlemeleriyle karşılaştırır. Ütopya'da, yasaların basitliğinden ve sosyal toplantılar kamuoyunun görüşünde olduğu için (katılımcıları iyi davranmaya teşvik eden), ortak mülkiyet özel mülkiyetin yerini alır, erkekler ve kadınlar aynı şekilde eğitilir ve neredeyse tam bir dini hoşgörü vardır (izin verilen ancak küçümsenen ateistler hariç). Ötenaziyi yasallaştırmak gibi sunduğu diğer kavramlar Kilise doktrininin çok dışında kalsa da, daha fazlası manastır komünalizmini model olarak kullanmış olabilir. Hythlodaeus, bir tanrıya veya ölümden sonraki hayata inanmayı reddeden bir adama asla güvenilemeyeceğini, çünkü kendisi dışında herhangi bir otorite veya ilkeyi kabul etmeyeceğini iddia eder. Bazıları romanın ana mesajını özgürlükten çok düzen ve disipline duyulan toplumsal ihtiyaç olarak kabul eder. İronik bir şekilde, filozofların siyasete karışmaması gerektiğine inanan Hythlodaeus, More'un hümanist inançları ile King'in hizmetkarı olarak saray görevleri arasındaki nihai çatışmayı ele alıyor ve bir gün bu ahlaki değerlerin siyasi gerçeklikle çatışacağına işaret ediyor.

DİNİ POLEMİKLER;1520'de reformcu Martin Luther, arka arkaya üç eser yayınladı: Alman Milletinin Hıristiyan Asaletine Çağrı (Ağustos), Kilisenin Babil Esaretiyle İlgili (Ekim) ve Hıristiyan Adamın Özgürlüğü Üzerine (Kasım) Bu kitaplarda Luther, kurtuluş doktrinini yalnızca lütuf yoluyla ortaya koydu, bazı Katolik uygulamalarını reddetti ve Katolik Kilisesi içindeki suistimallere ve aşırılıklara saldırdı. 1521'de Henry VIII Luther'in eleştirilerine, More'un yardımıyla yazılan Assertio ile resmen yanıt verdi. Papa X. Leo, İngiliz kralına Luther'in sapkınlıklarıyla savaştığı için "Fidei savunucusu" ("İnancın Savunucusu") unvanını verdi.

Luther ile yüzleşmek More'un teolojik muhafazakarlığını doğruladı. Daha sonra, Kilise otoritesine yönelik herhangi bir eleştiri imasından kaçındı. More, Katolik Kilisesi'nin Mesih ve Havariler tarafından kurulan tek gerçek kilise olduğunu iddia eden ve onaylayan başka bir dini polemik olan A Dialogue Concerning Heresies'i yayınladı.

YAZIŞMA; Büyük hümanistlerin çoğu üretken mektup yazarlarıydı ve Thomas More bir istisna değildi. Ancak arkadaşı Rotterdamlı Erasmus'ta olduğu gibi, yazışmalarının sadece küçük bir kısmı (yaklaşık 280 mektup) hayatta kaldı. Bunlar, kişisel mektuplardan resmi hükümet yazışmalarına, mektuplardan diğer hümanist akademisyenlere, birkaç mektuba, mısralara, önsöz mektuplarına (bazıları kurgusal), More'un kendi eserlerinden birkaçına, More'un çocuklarına mektuplara kadar her şeyi içerir ve öğretmenleri ve en büyük kızı Margaret ile Londra Kulesi'nde infaz edilmeyi beklerken hapsedildiği sırada verdiği "hapishane mektupları". Manevi konular hakkında da yazdı. Bunlar: Mesih'in Tutkusu Üzerine İnceleme, Kutsal Beden Anlaşması ve Mesih'in Acısı. İnfazını beklerken Londra Kulesi'nde sonuncusu daha fazla el yazısı. VIII.Henry'nin kararlaştırdığı müsadereden kurtarılan bu son el yazması, kızı Margaret'in vasiyetiyle, İmparator V.Charles'in itirafçısı Fray Pedro de Soto aracılığıyla İspanyolların eline geçti.

TEMEL GÖRÜŞLERİ

Ütopya kitabında her ne kadar devlet adamlarını saray kuklaları diye nitelendirse de, hiç istemeyerek ilk olarak Lord Chancellor (başyargıç) olarak görevlendirilmiş, yaptığı işler ve verdiği kararlar ile toplum nezdinde çok büyük popülariteye sahip olmuştur.

Aşırı dindar olduğu bilinen Thomas More her ne kadar rönesans ve hümanizm hareketlerini destekleyip önderlik bile etmiş olsa da reform hareketlerinin bir o kadar karşısında durmaktaydı. Dinin/Kilisenin reforme edilmesi ona göre dinde ve toplumda bölünmelere yol açacak ve onarılamaz yol ayrılıklarına düşülecekti (nitekim öyle de oldu). Bu görüşleri uğruna dönemin kralı VIII. Henry'e karşı durmuş, bir nevi vicdan özgürlüğü uğruna ölmüştür. O dönemde İspanya Kraliçesi Aragonlu Catherine ile evli olan kral VIII. Henry anne Boleyn'e aşık olmuş ve eşinden boşanmak istemiş, boşanmaya katı bir şekilde karşı olan ve boşanma kararlarını onaylayan papa bunu reddetmiş. O zaman siyasi anlamda çok güçlü olan İspanya ile ters düşmek istememiştir. Bunun üzerine VIII. Henry papalığı tanımadığını ve İngiliz kiliselerinin başında kralın olması gerektiğini savunmuş ve parlamentosunda bunu kabul ettirmiştir. Zaten reform akımlarının etkisinde olan Avrupa'da İngiltere bu olayla nasibini almış ve daha sonra Anglikan kilisesi olarak anılacak mezhebin temelleri atılmıştır. Katolik kilisesine aşırı bağlı olan Thomas More'un Lord High Chancellor'luk görevinden çekilmesine sebep olan temel sorun kilisenin parlamento kararı ile krala bağlanmak istenmesi olmuştur. Kral VIII.Henry parlamentoda bu doğrultuda aldığı kararları herkese kabul ettirmeye çalışmış ve kanaat önderlerinin de herkesin önünde yemin etmelerini istemiştir. Thomas More bu olaylara sessiz kalarak işten sıyrılamamış, İngiliz toplumu üzerinde büyük bir etkiye sahip olması sebebiyle kral tarafından ant içmeye zorlanmıştır. Aşırı dindar olan Thomas More "tanrı tanrı değildir diyemeyen parlamento, Kral'ı da kilisenin başına geçiremez." diyerek kralın bu uygulamasını vicdani olarak reddetmiş ve tabii ki ölüm cezasına çarptırılmıştır. Kral'ın aşkı yüzünden kilise bölünmüş ve Thomas More da öldürülmüştür. Çok şakacı olduğu bilinen More kafasının kesileceği sırada sakalını kenara çekmiş "sakalım bir suç işlemedi" diyerek son anlarında da espri yapmayı ihmal etmemiştir. Trajik olan bu olay daha sonraları trajikomik bir hal almış, kral kendine ihanet ettiğini düşünerek biricik aşkı Anne Boleyn'i de idam ettirmiştir. Uğruna dinin bölündüğü, Thomas More ve daha bir çok insanın ölümüne sebep olan kadın idam edilmiştir.

Thomas More ütopya kelimesini ve fikrini ilk kullanan kişidir. Ütopya isimli eserinde ideal devleti ve toplumu bir ada üzerinde betimlemiştir. Sosyalizm üzerine kurulu bir sistem tasarlamıştır. Çalışma saatleri, kadın erkek ilişkileri, yerel yönetimler, idare, bürokrasi, aile, mülkiyet hakkı, dinler, savaş ve daha birçok konuda bugün bile etkileri hissedilen görüşler ortaya koymuştur. Yakın dostu Erasmus'un da desteklediği idam cezasının uygulanmasının çok ağır suçlarda gerçekleşmesini (hatta kaldırılmasını), ortak mülkiyet hakkını (sosyalizm), dinlere eşit mesafede durulması ve devlet yönetiminde dinlerin olmaması gerektiğini yani sekülarizmi, ailenin yapısının korunmasını, eğitimin önemini ve sanatın belirli bir zümreye değil herkese ait olmasını ve demokratik seçim sisteminin uygulanması gibi konuları "ütopya" sına işlemiştir.

Eflatun gibi ateistlere çok sert ifadeler kullanmış, tabiri caizse "Allah korkusu olmayan adam ahlaktan yoksun olur, toplum düzenini bozar, devlette görev alamaz ama ateist olduğu için de kimseye bir şey yapamayız." demiştir. Tasarladığı toplum aile (karı-koca) ilişkilerinin koruyan, demokrasiyi uygulayan ve sınıfsal ayrımı sonlandıran More, bu görüşleriyle ise Eflatun’dan ayrılmaktadır.

Ütopya’da diğer devletlerin borç ile kontrol altında tutulduğu, bunun savaş zamanlarında önemli bir politik koz olarak kullanılabildiği anlatılmıştır. Savaş olursa borçlu olan devletlerden askerler alınıp düşman devlete karşı savaş açılır ya da para ile düşman devletten bürokrat, asker satın alınıp devlete karşı savaş açılır. Bu yöntem günümüzde de "adi ingiliz politikası" olarak uygulanmaya devam etmektedir.

Yaşadığı çağın çok ilerisinde görüşlere sahip olan More, meşhur bir çok sosyalist düşünürün ve liderin fikir babası olmuştur.

FELSEFEYE GETİRDİĞİ YENİLİKLER

Thomas More, tipik bir geçiş dönemi ya da Rönesans filozoftur. Platon’un Devlet’inden etkilenerek kaleme aldığı Ütopya adlı eserinden, Ütopya adası üzerine kurulan ideal bir devleti betimlediği felsefi romanından bellidir. Ütopya, More’un zamanının toplumsal ve iktisadi koşullarına yönelik oldukça sert bir eleştiriyi çağın dünyevi ruhuna tamamen aykırı düşecek şekilde basit bir ahlaki hayatın idealizasyonuyla birleştiren hayli alışılmadık veya çok garip bir eserdir. More ve eseri Machiavelli’den bu bakımdan farklılık gösterdi; Machiavelli, temel eseri olan Prens’le, bu eserde ortaya konan modern politik görüşlerle tanınmıştı. Fakat More’da durum pek de böyle olmadı; hatta onun eserinin en azından bazı noktalarda çağın ruhuna aykırı olduğu bile söylenebilir. Fakat bir yandan da onun kitabının en azından kısmen Machiavelli’nin eserinde ortaya konan, din ve ahlaktan bütünüyle bağımsız bir politika anlayışına, devlet idaresi sanatına karşı bir eser olarak kaleme alındığı söylenebilir. Ütopya gerçekten de giderek yükselen ticari sömürü ruhuna karşı radikal bir protesto olarak kaleme alınmıştır. Bu açıdan bakıldığında, onun Machiavelli’nin Prens’inin tam tersine muhafazakâr bir eser olduğunu söylemek gerekir. Öte yandan aynı eserde daha sonra modern sosyalizm tarafından tekrarlanacak olan bazı görüşleri ortaya koyar.

More, Ütopya adlı eserinin birinci bölümünde bu yüzden eski tarıma dayalı iktisadi sistemin, toprakların zengin mülk sahipleri tarafından kapatılması suretiyle yıkılmasına tepki gösterir. Ona göre madde hırsı ve zenginlik arzusu işlenebilir mümbit toprakların, koyunların geniş alanda otlanabilmelerini temin etmiş ve böylelikle de yünlerini yabancı pazarlara satmak amacıyla çayırlara dönüştürülmelerine yol açmıştır. Söz konusu kazanç hırsının bir parçası olarak toprakların ve dolayısıyla zenginliğin az sayıda insan elinde toplanması, malı mülkü olmayan yoksul bir sınıfın doğuşuna ve niceliksel olarak artışına yol açmıştır. Bu yüzden yine aynı dönemde yoksulların ayaklanmalarını önlemek veya onlara gözdağı vermek amacıyla, sözgelimi hırsızlık için oldukça ağır ve korkutucu yasalar çıkarılmıştır. Yoksullara hayatlarının idamesi için gerekli koşulların sağlanması gerektiğini, zira insanları suça iten şeyin esas itibariyle ihtiyaç olduğunu savunan More’a göre, söz konusu ağır cezalar da bir işe yaramamıştır. Koşulların her geçen gün daha da bozulduğu İngiltere’de, More’un noktası nazarından hükümet de diplomasiyle uğraşmak ve savaşa girmek dışında hiçbir şey yapmamaktadır. Savaş, harcamaların artırılması ve dolayısıyla vergilerin yükselmesi anlamına gelir; savaş bittiği zaman, askerlerin kendi kendini beslemekten aciz bir topluma atıldığını söyleyen More, şu halde güç politikasının iktisadi ve toplumsal bozukluk ve kötülükleri artırdığını öne sürer.

More, Ütopya’nın birinci bölümünde bu şekilde eleştirdiği ticaret veya kazanç toplumunun yerine, ailenin temel birim olduğu bir tarım toplumu öne sürer. Bu yeni, ideal toplumda özel mülkiyet ortadan kaldırılmış olup, bir mübadele aracı olarak para kullanılmaz. Bütün bu düşünce ve önerilere rağmen, onun Ütopya adasında kurduğu ideal devleti, eğitimsiz köylülerin cumhuriyeti olarak tasarlamadığına dikkat etmek gerekir. Herkese asgari hayat koşullarının sağlandığı söz konusu Ütopya adasında çalışma saatleri günde altı saate indirilmiş olup, insanların kalan zamanlarda kültüre, kendilerini entelektüel yönden geliştirecek çalışma ve araştırmalara yönelmeleri teşvik edilir.

More’un düşünce tarihinde dini hoşgörü idealini ilk kez ifade eden kişi olduğu söylenebilir. Ütopyasının temellerini oluştururken, Hristiyan vahyinden ayrılarak doğal bir din anlayışı geliştiren More’a göre, farklı görüşlere, kanaat ve inançlara saygı gösterilmesi ve teolojik ihtilaflardan sakınılması gerekir. O, yine de Tanrının varoluşunu ve inayetini, ruhun ölümsüzlüğünü ve ahiret hayatına ait ödülleri reddeden insanlara resmi görevler verilmemesi gerektiğini söyler. Bir insan kişisel olarak her ne düşünürse düşünsün, devletin ve toplumun esenliği söz konusu inançların kabulüne bağlı olduğu için doğal din ve ahlakın doğrularının sorgulanmasına, mezhep çatışmalarının ve din savaşlarının dehşetini yaşamış olan More, hiçbir şekilde izin vermez.

More, Machiavelli’den farklı olarak, ahlakın politikadan ayrılmasına da olumlu bir gözle bakmadı; biraz da bundan güç alarak kendi çıkarları peşinden koşan yöneticileri şiddetle eleştirdi. Düşüncelerinin önemli bir kısmı, sözgelimi ceza hukukuyla ilgili düşünceleri alabildiğine makul ve ileriydi, aynı şekilde herkes için güvenlik ve dini hoşgörü ideali çağın oldukça ilerisindeydi. Politik idealleri pek çok bakımdan aydınlanmış ve pratik idealler olmakla birlikte, onun esas politik ideali geçmişin organik, iş birliğine dayalı modern öncesi toplumunun bir tür idealleştirilmesi olarak görülebilir. Onun karşı çıktığı güçlerin ve eğilimlerin, kendi gelişme seyirleri içinde, kapitalist gelişme sürecinin tam olarak eşiğinde bulunan bir hümanistin ütopyası tarafından engellenebilir veya tersine çevrilebilir nitelikte olmadığı, kısa bir süre içinde ortaya çıkacaktır.

SERBEST BÖLÜM

      Halkın zengin ya da özgür olması kralın aleyhinedir. Çünkü zengin ve özgür olanların, zorbalığa ve haksızlığa tahammülü olmaz.

      Aşırı doğruluk aşırı haksızlık getirir. Kanunları yazanın aklı o kadar hatasız, o kadar kesin midir ki buyruğunu dinlemeyen kılıcı hak etsin?

      Zaten, yaşayarak öğrenilen birşey de kolayca unutulmaz.

      Hırsızlık bir insanın kellesini uçaracak kadar büyük bir suç sayılamaz; geçimini bir şekilde karşılayamayan insana ne kadar büyük ceza verirseniz verin onu hırsızlıktan alıkoyamazsınız! Çünkü hırsızlık yapana ağır ve korkunç cezalar vermeden önce insanlara yaşamını idame ettireceği imkanlar sunarsanız, hiç kimseyi ölümü bile göze almak pahasına hırsızlık yapmak zorunda bırakmazsınız.

      İnsan, ölümü bile göze alarak, her çeşit zorbalığa karşı vicdanının özgürlüğünü korumak zorundadır.

      Zengin olmaktansa zengin insanları yönetmeyi tercih ederim. Çünkü, herkes keder içinde inlerken kendisi zengin ve keyifli olan bir kral değil, ancak zindan bekçisidir.

      Büyük çoğunluk yoksulluk içinde kıvranırken doymak bilmez bir avuç insana memleketin bütün zenginliklerini sömürten bir devlette mutluluk olmaz.

      İyi bir kral nedir? Kurtların yaklaşmasına izin vermeyen bir çoban köpeği. Peki, kötü bir kral nedir? Kurdun ta kendisi.

      En geniş ve en gerçek anlamda sanat, yalnız yaşamı zenginleştiren ve süsleyen bir şey değil, insan mutluluğunun vazgeçilmez bir öğesidir.

      Hasat zamanı gelince tohumu eken el, ha bir erkek eli olmuş, ha bir kadın eli… İnsanı hayvandan ayıran akıl, erkekte de var, kadında da. Onun için ikisi de okumalı;...

      Kralın istediğini kitaba uydurmaktan kolayı mı var? Ya yasalarda yeri bulunur, ya da bir yasanın sözleri gereğince yorumlanır.

KAYNAKÇA;

  1. https://en.wikipedia.org/wiki/Thomas_More
  2. https://tr.wikipedia.org/wiki/Thomas_More
  3. https://seyler.eksisozluk.com/fikirleri-ugruna-canini-veren-ingiliz-dusunur-thomas-more
  4. A.CEVİZCİ; Felsefe Tarihi; syf:202