Hasan Emir KAVİ
EUR ING - Makina Mühendisi
28 Ağustos 2023 Pazartesi
18 Temmuz 2023 Salı
3 Temmuz 2023 Pazartesi
Dünyadaki en meşhur 5 teorik yasa!
Dünyadaki en meşhur 5 teorik yasa!
1. MURPHY YASASI
Murphy Kanunları'na göre bir şeyin olmasından ne kadar korkarsanız o şeyin gerçekleşme ihtimali o kadar artar. Murphy Kanunları temel olarak şu söze dayanır "Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa; kesinlikle bu olasılık gerçekleşir."
2. KİDLİN YASASI
Kidlin Yasası' na göre bir problemi bir yere açık ve net bir şekilde yazarsan, meselenin yarısı çözülmüş olur.
3. GİLBERT YASASI
Gilbert Yasası'na göre bir işe girdiğinde istenen sonuçları sağlamak için en iyi yolları bulmak her zaman senin sorumluluğundadır.
4. WİLSON YASASI
Wilson Yasası'na göre "Bilgi ve zekayı her zaman ön planda tutarsan para gelmeye devam eder."
5. FOLKAND YASASI
Folkand Yasası'na göre "Eğer bir konuda karar vermek zorunda değilsen o zaman karar verme."
11 Aralık 2022 Pazar
Radyo Başkent Radyo Dergisi Programı
11.12.2022 11:00'da 91.6 Radyo Başkent'te Sn. Emrah YAVUZ'un hazırlayıp sunduğu Radyo Dergisi Programına Konuk oldum.
12 Kasım 2021 Cuma
Aydın olmanın gereği nedir?
Değerli dostlar,
“Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev hayattır.” denir ve görev önde gelir. Görev, önemi bilinçli bir şekilde kavranarak, isteyerek ve içtenlikle üstlenilmek suretiyle yapılan ya da yerine getirilen bir iştir.
Görev bilinci, kıymetli zamanını özenle kullanmaktır. Vazife şuuru ve sorumluluktur. Kişinin kendi kendine de verebileceği yükümlülüktür.
Görev duygusu ile sorumluluk duygusu birbirlerinden ayrılmazlar. Görev bilinci, aydınlığa çıkış için gerekli ve önemli bir erdemdir. Bu bilince sahip olmak, bireyin basamak basamak kişilik gelişimiyle doğrudan ilişkilidir. Ancak kişilik gelişimini tamamlayabilen ve kendini gerçekleştiren bir birey bu sorumluluğu alabilir. Sorumluluk alan kişilerde, görev duygusu gelişmiştir.
Görev, düşünceden aksiyona geçmektir. Sürekli söylenmek, aile konseylerinde doğruları bildiğini iddia etmek değil; çözüm için harekete geçmektir. Bilenin sorumluluğu daha fazladır. Zira artık yola koyulmalıdır ve bunun için şimdiden başka bir zaman dilimi yoktur.
Görev bilinci, ölçülü biçimde faaliyete geçmeyi temsil eder. Beyhude yaşayan kitleler olarak da tasvir edilen “avam”ın görev bilinci oluşmamıştır. Görev bilinci, bireyi sadece kendi ve kendi kan bağından oluşan dar dogmatik çevresi için yaşamaktan alır ve ona tüm canlılar için, insanoğlu için de bir yaşam misyonu verir; tümün tekamülü için gelişim yoluna koyulur.
Görevimiz, kendimize yüklediğimiz misyondur ve hayatımız boyunca çalışmalarımızda sorumluluklarımız ve görev duygumuz bizi bir gölge gibi takip edecektir. Amaç, öncü ve örnek insan olabilmek taş üstüne taş koyabilmek ve yaratmaktır. Tüm canlılar için olduğu gibi insanlar için de yaşam bir tekamüldür, bir gelişim sürecidir. İnsan, tekamül etmekle görevlidir. Gelişime doğru yapılması gereken her şey insanlığın görev bilincidir.
İnsanın görevi yaşamı yüceltmektir. Sahip olduğumuz kısıtlı zamanı değerlendirirken, hayatlarımızın mimarları olmamız amaçlanmaktadır. Ardımızdan ismimizin kuşaklar boyu yankılanması bu anlama gelmektedir. Kendi kendisine yüklediği görevleri yerine getirmiş olanlar gönülleri sevinç ve sevgi ile dolarak, hem kendi yaşamlarını hem de insanlığı onurlandırırlar.
Görev, insanımsı olmaktan çıkıp, insan olmaktır. Kendini gerçek anlamda bilmek, daha uygar, çağdaş bilim ve bilginin ışığında, tekamül yolunda ilerlemektir. İnsanoğluna yaşamı yüceltmek için gayret gösterme görevi verilmiştir. O, ruhunu arındırıp, özgürleşecek ve tekamül edecektir.
Değerli dostlar,
Aydınlanma yolunda olanlar, en azından karşıtları kadar cesur olmalıdırlar. Bir öncü olan aydının en önde gelen Erdemlerinden biri de cesur olmasıdır. Kör inanç, cehalet ve adaletsizlik gibi kavramlarla bu sayede mücadele edebilecektir.
Aydın insan amacını fark eder, kendi görevini yine kendi saptar. Toplum içindeki yerini görür, ne yapabileceğine karar verir ve bunlar için ilk önce düşünür ve sonra yola koyulur.
Nietzsche bir eserinde şöyle der; “Her zaman uzağa, daha uzağa uçan bu cesur kuşlar elbet ki bir an gelecek, daha ileri gidemeyecekler. Bir seren direğine veya bir kısır resif kayalığına dönüp kalacaklar.
Ama kim çıkıp ta artık onların önlerinde sonsuz ve serbest bir yol kalmadığını söyleyebilir?”
Bir aydın, öncü olmalıdır. O, bir mücadele adamıdır. Onun önderliği, aklını her şeyde ışık olarak kullanılmasına dayanır. Vicdanının sesini dinlerken ölçüp, biçip tartar, kör duyguların seline kapılmaz ve gönlünü aklı ile uzlaştırmayı bilir. O, insan gibi insan olabilmek için düşünüp, fikir üretmenin insanoğlunun görevi olduğunun bilincindedir. O, birey olabilmiştir. Kaderci değildir. O, kaderini kendi iradesiyle daha mükemmel hale getirmeye çalışır ve yaratır.
Sokrates bu konu ile ilgili şöyle der; “Aydın, daha akılcı, daha insancıl ve herkes için daha iyi bir toplum düzenine ulaşılabilmesi için bu hedefin önündeki engellerin aşılması yolunda yapılması gerekenleri saptayan, bunları inceleyen, onların savaşını veren ve yaşamını büyük ölçüde buna göre uyumlaştıran kişidir.”
Kendimizi geliştirmenin ilk şartı kendini bilmektir. Sokrates’e göre insanın kendini bilmesi, erdeme bağlanması, ona sahip olması ve erdemle eylem halinde olması demektir. Ona göre kendini bilmenin üç aşaması vardır.
Birinci aşama; kendi bilgisizliğini keşfedip, bunu itiraf etmektir.
İkinci aşama; bilimdir. Kendini bilmek belli bir bilimin konusu değil, bilimin kendisidir. Bilgi olmazsa doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, hayrı şerden, hakkı batıldan, yücelmeyi gerilikten nasıl ayırt eder, gerçeğe ve hakikate nasıl yönelebiliriz.
Üçüncü aşama; ise düşünmektir. Bu özelliği sayesinde insan, sonsuz kainatı ve yüce bir yaradanı düşüncelerine sığdırabilmiş tek canlıdır.
“Başkasının bilgisiyle bilgin olabilsek de, ancak kendi bilgeliğimizle bilge olabiliriz.” der Montaigne.
25 Haziran 2021 Cuma
25.06.2021 Cuma 13:30 Yaşama Dair Güncel Programı
91,6 Radyo Başkent 'te Sn. Emrah YAVUZ'un hazırlayıp sunduğu
Yaşama Dair Güncel programına konuk oldum...
Dinleyemeyen, dinlemek isteyenler için.
Kurum temsiliyetim olmadığı için uzun süredir radyo programına konuk olmak istemiyordum. Ama hem Radyo Başkent'i hemde Adana'yı radyo programında konuşmayı özlemişim...
Dinlemeniz dileğiyle!...
8 Mart 2021 Pazartesi
THOMAS MORE
Derleyen: Hasan Emir Kavi
Çiğnenip
geçilir kralların çizdiği bütün sınırlar, krallar ölür, ütopyalar değil.
KISA BİYOGRAFİ
7 Şubat 1478'de İngiltere’nin Londra şehrindeki Milk
Street'te doğan Thomas More’un babası dönemin önemli bir yargıcı olan Sir John
More'dur. Ailesi sonradan aristokratlık kazanan, burjuva kökenli bir aileydi.
Altı çocuğun ikincisiydi. Londra'nın en iyi okullarından biri olarak kabul
edilen St.Anthony's School'da eğitim gördü. 1490'dan 1492'ye kadar More,
Canterbury Başpiskoposu ve İngiltere Şansölyesi John Morton'a bir evinde hem
eğitim gördü hemde hizmet etti. More'un büyük bir potansiyele sahip olduğuna inanan
Morton, onu Oxford Üniversitesi'ne aday gösterdi. More 1492'de Oxford'da
eğitimine başladı ve klasik bir eğitim aldı. Thomas Linacre ve William
Grocyn'in yanında çalışarak hem Latince hem de Yunanca'da öğrendi. More, sadece
iki yıl sonra babasının ısrarı üzerine Londra'daki Chancery Hanlarından biri
olan New Inn'de hukuk eğitimine başlamak için Oxford'dan ayrıldı. 1496'da More,
Lincoln's Inn'de öğrenci oldu.
Arkadaşı, teolog Desiderius Erasmus, Rotterdam'a göre, More
bir keresinde, bir keşiş olmak için hukuk kariyerini terk etmeyi ciddi bir
şekilde düşünmüştü. 1503-1504 yılları arasında, Londra dışında Carthusian
manastırının yakınında yaşadı ve keşişlerin ruhani egzersizlerine katıldı. More,
1505'te Jane Colt ile evlendi. Jane 1511'de ölmeden önce çiftin dört çocuğu
vardı: Margaret, Elizabeth, Cicely ve John. Otuz gün içinde "arkadaş
tavsiyesine ve genel geleneğe karşı" hareket eden More, arkadaş çevresi
içinden evinin başına geçmesi ve küçük çocuklarına bakması için dul bir kadın
olan Alice Middleton'ı ile evlendi.
1504'te Parlamento seçimleri için aday oldu ve Great
Yarmouth'u temsil etmek üzere Parlamento'ya seçildi. More, 1510’da dürüst ve
etkili bir kamu görevlisi olarak ün kazandığı önemli bir sorumluluk olan Londra'yı
temsil etmeye başladı.1514'te, Kralın Özel Danışmanı, 1521'de Hazine
müsteşarlığı yaptı. Kral VIII.Henry'nin sekreteri ve kişisel danışmanı olarak
More, giderek daha etkili hale geldi: yabancı diplomatları karşıladı, resmi
belgeleri hazırladı ve Kral ile Lord Şansölye Wolsey arasında bir irtibat
görevi gördü. Daha sonra Oxford ve Cambridge Üniversiteleri için Yüksek Komiser
olarak görev yaptı. 1523'te More, Middlesex için Shire Şövalyesi (MP) seçildi. 1525'te
More, Kuzey İngiltere'nin büyük bir bölümünde yürütme ve yargı
sorumluluklarıyla birlikte Chancellor of the Duchy of Lancaster (Lancaster
Dükalığı Şansölyesi) oldu.
More'un Kral VIII. Henry'nin İngiliz Kilisesi'nin başına
geçme niyetine ilke olarak karşı çıkması, kendi siyasi kariyerinin sonunu
hazırlayıp hain olarak 6 Temmuz 1535’te (57 yaşında) idam edilmesine sebep
oldu. Ölümünden 400 yıl sonra, 1935'te Papa XI. Pius tarafından da
"aziz" ilan edildi.
ESERLERİ
KRAL III.RICHARD'IN TARİHİ; 1512 ile 1519 arasında
More, hiç bitirmediği ancak ölümünden sonra yayınlanan Kral III.Richard'ın
Tarihi üzerinde çalıştı. Tarih bir Rönesans biyografisidir, edebi becerisi ve
tarihsel doğruluğundan çok klasik kurallara bağlılığı ile dikkat çekicidir.
Kral III.Richard'ın Tarihi, hem İngilizce hem de Latince olarak yazılmış ve
yayınlanmıştır, her biri ayrı ayrı yazılmış ve Avrupalı okuyucu kitlesine
uyması için Latince baskısından silinmiş bilgilerle birlikte. William
Shakespeare'in III.Richard oyununu büyük ölçüde etkiledi.
ÜTOPYA; More'un en bilinen ve tartışmalı eseri olan
Utopia, Latince yazılmış bir çerçeve anlatıdır. 1551'de İngilizceye çevrildi ve
ana topraklarında yayınlandı ve 1684 çevirisi en çok alıntı yapılan çeviri
oldu. Ütopya, Avrupa devletlerinin
çekişmeli sosyal yaşamını, Ütopya ve çevresinin mükemmel düzenli, makul sosyal
düzenlemeleriyle karşılaştırır. Ütopya'da, yasaların basitliğinden ve sosyal
toplantılar kamuoyunun görüşünde olduğu için (katılımcıları iyi davranmaya
teşvik eden), ortak mülkiyet özel mülkiyetin yerini alır, erkekler ve kadınlar
aynı şekilde eğitilir ve neredeyse tam bir dini hoşgörü vardır (izin verilen
ancak küçümsenen ateistler hariç). Ötenaziyi yasallaştırmak gibi sunduğu diğer
kavramlar Kilise doktrininin çok dışında kalsa da, daha fazlası manastır
komünalizmini model olarak kullanmış olabilir. Hythlodaeus, bir tanrıya veya
ölümden sonraki hayata inanmayı reddeden bir adama asla güvenilemeyeceğini,
çünkü kendisi dışında herhangi bir otorite veya ilkeyi kabul etmeyeceğini iddia
eder. Bazıları romanın ana mesajını özgürlükten çok düzen ve disipline duyulan
toplumsal ihtiyaç olarak kabul eder. İronik bir şekilde, filozofların siyasete
karışmaması gerektiğine inanan Hythlodaeus, More'un hümanist inançları ile
King'in hizmetkarı olarak saray görevleri arasındaki nihai çatışmayı ele alıyor
ve bir gün bu ahlaki değerlerin siyasi gerçeklikle çatışacağına işaret ediyor.
DİNİ POLEMİKLER;1520'de reformcu Martin Luther, arka
arkaya üç eser yayınladı: Alman Milletinin Hıristiyan Asaletine Çağrı (Ağustos),
Kilisenin Babil Esaretiyle İlgili (Ekim) ve Hıristiyan Adamın Özgürlüğü Üzerine
(Kasım) Bu kitaplarda Luther, kurtuluş doktrinini yalnızca lütuf yoluyla ortaya
koydu, bazı Katolik uygulamalarını reddetti ve Katolik Kilisesi içindeki
suistimallere ve aşırılıklara saldırdı. 1521'de Henry VIII Luther'in
eleştirilerine, More'un yardımıyla yazılan Assertio ile resmen yanıt verdi.
Papa X. Leo, İngiliz kralına Luther'in sapkınlıklarıyla savaştığı için
"Fidei savunucusu" ("İnancın Savunucusu") unvanını verdi.
Luther ile yüzleşmek More'un teolojik muhafazakarlığını
doğruladı. Daha sonra, Kilise otoritesine yönelik herhangi bir eleştiri
imasından kaçındı. More, Katolik Kilisesi'nin Mesih ve Havariler tarafından
kurulan tek gerçek kilise olduğunu iddia eden ve onaylayan başka bir dini
polemik olan A Dialogue Concerning Heresies'i yayınladı.
YAZIŞMA; Büyük hümanistlerin çoğu üretken mektup
yazarlarıydı ve Thomas More bir istisna değildi. Ancak arkadaşı Rotterdamlı
Erasmus'ta olduğu gibi, yazışmalarının sadece küçük bir kısmı (yaklaşık 280
mektup) hayatta kaldı. Bunlar, kişisel mektuplardan resmi hükümet
yazışmalarına, mektuplardan diğer hümanist akademisyenlere, birkaç mektuba,
mısralara, önsöz mektuplarına (bazıları kurgusal), More'un kendi eserlerinden
birkaçına, More'un çocuklarına mektuplara kadar her şeyi içerir ve öğretmenleri
ve en büyük kızı Margaret ile Londra Kulesi'nde infaz edilmeyi beklerken
hapsedildiği sırada verdiği "hapishane mektupları". Manevi konular
hakkında da yazdı. Bunlar: Mesih'in Tutkusu Üzerine İnceleme, Kutsal Beden
Anlaşması ve Mesih'in Acısı. İnfazını beklerken Londra Kulesi'nde sonuncusu
daha fazla el yazısı. VIII.Henry'nin kararlaştırdığı müsadereden kurtarılan bu
son el yazması, kızı Margaret'in vasiyetiyle, İmparator V.Charles'in itirafçısı
Fray Pedro de Soto aracılığıyla İspanyolların eline geçti.
TEMEL GÖRÜŞLERİ
Ütopya kitabında her ne kadar devlet adamlarını saray
kuklaları diye nitelendirse de, hiç istemeyerek ilk olarak Lord Chancellor
(başyargıç) olarak görevlendirilmiş, yaptığı işler ve verdiği kararlar ile
toplum nezdinde çok büyük popülariteye sahip olmuştur.
Aşırı dindar olduğu bilinen Thomas More her ne kadar rönesans
ve hümanizm hareketlerini destekleyip önderlik bile etmiş olsa da reform hareketlerinin
bir o kadar karşısında durmaktaydı. Dinin/Kilisenin reforme edilmesi ona göre
dinde ve toplumda bölünmelere yol açacak ve onarılamaz yol ayrılıklarına
düşülecekti (nitekim öyle de oldu). Bu görüşleri uğruna dönemin kralı VIII. Henry'e
karşı durmuş, bir nevi vicdan özgürlüğü uğruna ölmüştür. O dönemde İspanya Kraliçesi
Aragonlu Catherine ile evli olan kral VIII. Henry anne Boleyn'e aşık olmuş ve
eşinden boşanmak istemiş, boşanmaya katı bir şekilde karşı olan ve boşanma
kararlarını onaylayan papa bunu reddetmiş. O zaman siyasi anlamda çok güçlü
olan İspanya ile ters düşmek istememiştir. Bunun üzerine VIII. Henry papalığı
tanımadığını ve İngiliz kiliselerinin başında kralın olması gerektiğini
savunmuş ve parlamentosunda bunu kabul ettirmiştir. Zaten reform akımlarının
etkisinde olan Avrupa'da İngiltere bu olayla nasibini almış ve daha sonra Anglikan
kilisesi olarak anılacak mezhebin temelleri atılmıştır. Katolik kilisesine
aşırı bağlı olan Thomas More'un Lord High Chancellor'luk görevinden çekilmesine
sebep olan temel sorun kilisenin parlamento kararı ile krala bağlanmak
istenmesi olmuştur. Kral VIII.Henry parlamentoda bu doğrultuda aldığı kararları
herkese kabul ettirmeye çalışmış ve kanaat önderlerinin de herkesin önünde
yemin etmelerini istemiştir. Thomas More bu olaylara sessiz kalarak işten
sıyrılamamış, İngiliz toplumu üzerinde büyük bir etkiye sahip olması sebebiyle
kral tarafından ant içmeye zorlanmıştır. Aşırı dindar olan Thomas More "tanrı
tanrı değildir diyemeyen parlamento, Kral'ı da kilisenin başına geçiremez."
diyerek kralın bu uygulamasını vicdani olarak reddetmiş ve tabii ki ölüm
cezasına çarptırılmıştır. Kral'ın aşkı yüzünden kilise bölünmüş ve Thomas More
da öldürülmüştür. Çok şakacı olduğu bilinen More kafasının kesileceği sırada
sakalını kenara çekmiş "sakalım bir suç işlemedi" diyerek son
anlarında da espri yapmayı ihmal etmemiştir. Trajik olan bu olay daha sonraları
trajikomik bir hal almış, kral kendine ihanet ettiğini düşünerek biricik aşkı Anne
Boleyn'i de idam ettirmiştir. Uğruna dinin bölündüğü, Thomas More ve daha bir
çok insanın ölümüne sebep olan kadın idam edilmiştir.
Thomas More ütopya kelimesini ve fikrini ilk kullanan
kişidir. Ütopya isimli eserinde ideal devleti ve toplumu bir ada üzerinde
betimlemiştir. Sosyalizm üzerine kurulu bir sistem tasarlamıştır. Çalışma
saatleri, kadın erkek ilişkileri, yerel yönetimler, idare, bürokrasi, aile,
mülkiyet hakkı, dinler, savaş ve daha birçok konuda bugün bile etkileri
hissedilen görüşler ortaya koymuştur. Yakın dostu Erasmus'un da desteklediği
idam cezasının uygulanmasının çok ağır suçlarda gerçekleşmesini (hatta
kaldırılmasını), ortak mülkiyet hakkını (sosyalizm), dinlere eşit mesafede
durulması ve devlet yönetiminde dinlerin olmaması gerektiğini yani sekülarizmi,
ailenin yapısının korunmasını, eğitimin önemini ve sanatın belirli bir zümreye
değil herkese ait olmasını ve demokratik seçim sisteminin uygulanması gibi
konuları "ütopya" sına işlemiştir.
Eflatun gibi ateistlere çok sert ifadeler kullanmış, tabiri
caizse "Allah korkusu olmayan adam ahlaktan yoksun olur, toplum
düzenini bozar, devlette görev alamaz ama ateist olduğu için de kimseye bir şey
yapamayız." demiştir. Tasarladığı toplum aile (karı-koca)
ilişkilerinin koruyan, demokrasiyi uygulayan ve sınıfsal ayrımı sonlandıran More,
bu görüşleriyle ise Eflatun’dan ayrılmaktadır.
Ütopya’da diğer devletlerin borç ile kontrol altında
tutulduğu, bunun savaş zamanlarında önemli bir politik koz olarak
kullanılabildiği anlatılmıştır. Savaş olursa borçlu olan devletlerden askerler
alınıp düşman devlete karşı savaş açılır ya da para ile düşman devletten
bürokrat, asker satın alınıp devlete karşı savaş açılır. Bu yöntem günümüzde de
"adi ingiliz politikası" olarak uygulanmaya devam etmektedir.
Yaşadığı çağın çok ilerisinde görüşlere sahip olan More,
meşhur bir çok sosyalist düşünürün ve liderin fikir babası olmuştur.
FELSEFEYE GETİRDİĞİ
YENİLİKLER
Thomas More, tipik bir geçiş dönemi ya da Rönesans
filozoftur. Platon’un Devlet’inden etkilenerek kaleme aldığı Ütopya adlı
eserinden, Ütopya adası üzerine kurulan ideal bir devleti betimlediği felsefi
romanından bellidir. Ütopya, More’un zamanının toplumsal ve iktisadi
koşullarına yönelik oldukça sert bir eleştiriyi çağın dünyevi ruhuna tamamen
aykırı düşecek şekilde basit bir ahlaki hayatın idealizasyonuyla birleştiren
hayli alışılmadık veya çok garip bir eserdir. More ve eseri Machiavelli’den bu
bakımdan farklılık gösterdi; Machiavelli, temel eseri olan Prens’le, bu eserde
ortaya konan modern politik görüşlerle tanınmıştı. Fakat More’da durum pek de
böyle olmadı; hatta onun eserinin en azından bazı noktalarda çağın ruhuna
aykırı olduğu bile söylenebilir. Fakat bir yandan da onun kitabının en azından
kısmen Machiavelli’nin eserinde ortaya konan, din ve ahlaktan bütünüyle
bağımsız bir politika anlayışına, devlet idaresi sanatına karşı bir eser olarak
kaleme alındığı söylenebilir. Ütopya gerçekten de giderek yükselen ticari
sömürü ruhuna karşı radikal bir protesto olarak kaleme alınmıştır. Bu açıdan
bakıldığında, onun Machiavelli’nin Prens’inin tam tersine muhafazakâr bir eser
olduğunu söylemek gerekir. Öte yandan aynı eserde daha sonra modern sosyalizm
tarafından tekrarlanacak olan bazı görüşleri ortaya koyar.
More, Ütopya adlı eserinin birinci bölümünde bu yüzden eski
tarıma dayalı iktisadi sistemin, toprakların zengin mülk sahipleri tarafından
kapatılması suretiyle yıkılmasına tepki gösterir. Ona göre madde hırsı ve
zenginlik arzusu işlenebilir mümbit toprakların, koyunların geniş alanda otlanabilmelerini
temin etmiş ve böylelikle de yünlerini yabancı pazarlara satmak amacıyla
çayırlara dönüştürülmelerine yol açmıştır. Söz konusu kazanç hırsının bir
parçası olarak toprakların ve dolayısıyla zenginliğin az sayıda insan elinde
toplanması, malı mülkü olmayan yoksul bir sınıfın doğuşuna ve niceliksel olarak
artışına yol açmıştır. Bu yüzden yine aynı dönemde yoksulların ayaklanmalarını
önlemek veya onlara gözdağı vermek amacıyla, sözgelimi hırsızlık için oldukça
ağır ve korkutucu yasalar çıkarılmıştır. Yoksullara hayatlarının idamesi için
gerekli koşulların sağlanması gerektiğini, zira insanları suça iten şeyin esas
itibariyle ihtiyaç olduğunu savunan More’a göre, söz konusu ağır cezalar da bir
işe yaramamıştır. Koşulların her geçen gün daha da bozulduğu İngiltere’de,
More’un noktası nazarından hükümet de diplomasiyle uğraşmak ve savaşa girmek dışında
hiçbir şey yapmamaktadır. Savaş, harcamaların artırılması ve dolayısıyla
vergilerin yükselmesi anlamına gelir; savaş bittiği zaman, askerlerin kendi
kendini beslemekten aciz bir topluma atıldığını söyleyen More, şu halde güç
politikasının iktisadi ve toplumsal bozukluk ve kötülükleri artırdığını öne
sürer.
More, Ütopya’nın birinci bölümünde bu şekilde eleştirdiği
ticaret veya kazanç toplumunun yerine, ailenin temel birim olduğu bir tarım
toplumu öne sürer. Bu yeni, ideal toplumda özel mülkiyet ortadan kaldırılmış
olup, bir mübadele aracı olarak para kullanılmaz. Bütün bu düşünce ve önerilere
rağmen, onun Ütopya adasında kurduğu ideal devleti, eğitimsiz köylülerin
cumhuriyeti olarak tasarlamadığına dikkat etmek gerekir. Herkese asgari hayat
koşullarının sağlandığı söz konusu Ütopya adasında çalışma saatleri günde altı
saate indirilmiş olup, insanların kalan zamanlarda kültüre, kendilerini
entelektüel yönden geliştirecek çalışma ve araştırmalara yönelmeleri teşvik
edilir.
More’un düşünce tarihinde dini hoşgörü idealini ilk kez ifade
eden kişi olduğu söylenebilir. Ütopyasının temellerini oluştururken, Hristiyan
vahyinden ayrılarak doğal bir din anlayışı geliştiren More’a göre, farklı
görüşlere, kanaat ve inançlara saygı gösterilmesi ve teolojik ihtilaflardan sakınılması
gerekir. O, yine de Tanrının varoluşunu ve inayetini, ruhun ölümsüzlüğünü ve
ahiret hayatına ait ödülleri reddeden insanlara resmi görevler verilmemesi
gerektiğini söyler. Bir insan kişisel olarak her ne düşünürse düşünsün,
devletin ve toplumun esenliği söz konusu inançların kabulüne bağlı olduğu için
doğal din ve ahlakın doğrularının sorgulanmasına, mezhep çatışmalarının ve din
savaşlarının dehşetini yaşamış olan More, hiçbir şekilde izin vermez.
More, Machiavelli’den farklı olarak, ahlakın politikadan
ayrılmasına da olumlu bir gözle bakmadı; biraz da bundan güç alarak kendi
çıkarları peşinden koşan yöneticileri şiddetle eleştirdi. Düşüncelerinin önemli
bir kısmı, sözgelimi ceza hukukuyla ilgili düşünceleri alabildiğine makul ve ileriydi,
aynı şekilde herkes için güvenlik ve dini hoşgörü ideali çağın oldukça
ilerisindeydi. Politik idealleri pek çok bakımdan aydınlanmış ve pratik
idealler olmakla birlikte, onun esas politik ideali geçmişin organik, iş birliğine
dayalı modern öncesi toplumunun bir tür idealleştirilmesi olarak görülebilir.
Onun karşı çıktığı güçlerin ve eğilimlerin, kendi gelişme seyirleri içinde,
kapitalist gelişme sürecinin tam olarak eşiğinde bulunan bir hümanistin
ütopyası tarafından engellenebilir veya tersine çevrilebilir nitelikte
olmadığı, kısa bir süre içinde ortaya çıkacaktır.
SERBEST BÖLÜM
•
Halkın zengin ya da özgür olması kralın
aleyhinedir. Çünkü zengin ve özgür olanların, zorbalığa ve haksızlığa tahammülü
olmaz.
•
Aşırı doğruluk aşırı haksızlık getirir.
Kanunları yazanın aklı o kadar hatasız, o kadar kesin midir ki buyruğunu
dinlemeyen kılıcı hak etsin?
•
Zaten, yaşayarak öğrenilen birşey de kolayca
unutulmaz.
•
Hırsızlık bir insanın kellesini uçaracak kadar
büyük bir suç sayılamaz; geçimini bir şekilde karşılayamayan insana ne kadar
büyük ceza verirseniz verin onu hırsızlıktan alıkoyamazsınız! Çünkü hırsızlık
yapana ağır ve korkunç cezalar vermeden önce insanlara yaşamını idame
ettireceği imkanlar sunarsanız, hiç kimseyi ölümü bile göze almak pahasına hırsızlık
yapmak zorunda bırakmazsınız.
•
İnsan, ölümü bile göze alarak, her çeşit
zorbalığa karşı vicdanının özgürlüğünü korumak zorundadır.
•
Zengin olmaktansa zengin insanları yönetmeyi
tercih ederim. Çünkü, herkes keder içinde inlerken kendisi zengin ve keyifli
olan bir kral değil, ancak zindan bekçisidir.
•
Büyük çoğunluk yoksulluk içinde kıvranırken
doymak bilmez bir avuç insana memleketin bütün zenginliklerini sömürten bir
devlette mutluluk olmaz.
•
İyi bir kral nedir? Kurtların yaklaşmasına izin
vermeyen bir çoban köpeği. Peki, kötü bir kral nedir? Kurdun ta kendisi.
•
En geniş ve en gerçek anlamda sanat, yalnız
yaşamı zenginleştiren ve süsleyen bir şey değil, insan mutluluğunun vazgeçilmez
bir öğesidir.
•
Hasat zamanı gelince tohumu eken el, ha bir
erkek eli olmuş, ha bir kadın eli… İnsanı hayvandan ayıran akıl, erkekte de
var, kadında da. Onun için ikisi de okumalı;...
•
Kralın istediğini kitaba uydurmaktan kolayı mı
var? Ya yasalarda yeri bulunur, ya da bir yasanın sözleri gereğince yorumlanır.
KAYNAKÇA;
- https://en.wikipedia.org/wiki/Thomas_More
- https://tr.wikipedia.org/wiki/Thomas_More
- https://seyler.eksisozluk.com/fikirleri-ugruna-canini-veren-ingiliz-dusunur-thomas-more
- A.CEVİZCİ; Felsefe Tarihi; syf:202